10 Eylül 2012 Pazartesi

''Dinini Değiştireni Öldürün!'' (!)

"Kim dinini değiştirirse onu öldürün"

[el-Buhârî, es-Sahîh, Cihâd, 149; Ebû Dâvûd, es-Sünen, Hudûd, 1; et-Tirmizî, es-Sünen, Hudûd, 20; İbnu Mâce, es-Sünen, Hudûd, 2.]

es-Serahsî konu ile ilgili olarak şöyle demektedir:

"Hz. Peygamber kadınların öldürülmesini yasaklamıştır. Bu konuda iki hadis vardır: Bunlardan biri Rabâh İbnu Rabî'a'nın rivayet ettiği şu hadistir:

`Hz. Peygamber, gazvelerinden birinde bir grup kimsenin bir şey etrafında toplandığını gördü. Niçin toplandıklarını sordu;
 - Öldürülmüş bir kadına bakıyorlar, dediler.

Bunun üzerine Allah'ın Resülü birine:
 - Halid'e git ve ona kadınların ve hizmetçilerin asla öldürülmemesini söyle, dedi'.

Diğer hadis ise İbnu Abbas'ın rivayet ettiği şu hadistir:

`Hz. Peygamber öldürülmüş bir kadın gördü ve;
 -Bunu kim öldürdü, diye sordu. Bir adam;

-Ben öldürdüm ey Allah'ın Resülü! Onu bineğimin arkasına aldım, kılıcımı kapıp beni öldürmek isedi. Ben de onu öldürdüm, dedi. Bunun üzerine Resülüllah:

-Kadınları öldürmek de ne oluyor? Onu göm, bir daha da kadın öldürme, dedi.

Allah'ın Resülü Mekke Fethi günü öldürülmüş bir kadın görünce:

-Bu savaşmıyordu ki, dedi."

es-Serahsî bu hadislerden hareketle şu tespitleri yapmaktadır:

a) "Bu hadislerde, öldürülmeyi hak etmenin, savaşmak sebebiyle olduğu açıklanıyor. Şu halde (kafir) kadınlar öldürülmezler. Çünkü savaşmazlar. Bu konuda aslen kafir olmakla sonradan kafir olmak (irtidat etmiş olmak) arasında fark yoktur."

b) "Buna göre, rivayet edilen hadis ("Kim dinini değiştirirse onu öldürün" hadisi) zahiri üzere, yani genel anlamıyla uygulanmaz. Çünkü din değiştirme olayı müslüman olan kafirde de gerçekleşmektedir. (Eğer, her dini değiştiren öldürülecek olsaydı, dinini değiştirip müslüman olan kimsenin de öldürülmesi gerekirdi.) Buradan anlıyoruz ki hadis, hükmü sonradan özel hale gelmiş genel anlamlı bir hadistir. Bu sebeple biz de zikrettiğimiz hadislere dayanarak, hadisin hükmünü tahsis ederek, onu ( irtidat eden) erkeklere hamlederiz."

c) "Öldürülen mürted kadınlar ise savaşmakta idiler. Bunlardan Ümmü Mervan savaşıyor ve başkalarını da savaşmaya teşvik ediyordu. Sözü dinlenen biri idi. Ümmü Firka ise otuz çocuk sahibi idi. Bunları müslümanlara karşı savaşa teşvik ediyordu. Dolayısıyla öldürülmesi, diğer savaşanların gücünü kırmaktaydı."


Allah'a ve Resülü'ne karşı savaşan ve yer yüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları, yahut ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya sürgün edilmeleridir."

Meşru düzene karşı savaşın ölümü gerektiren bir suç oluşturması için savaşanların mürted olması şart koşulamayacağına göre; irtidadın ölüm cezasını gerektiren bir suça dönüşmesi için mürtedin savaşan kimse olmasını şart koşmak gerekmektedir. Şu halde bu iki hadis birlikte değerlendirildiği zaman mutlak olarak irtidadın, ölümü gerektiren bir suç oluşturmadığı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla "Kim dinini değiştirirse onu öldürün" hadisini de bu bakış açısı ile değerlendirmek gerekir. Yani hadisi, eş-Şafiî'nin anladığı gibi "İrtidat eden herkesi öldürün" şeklinde, yahut Hanefilerin anladığı gibi "İrtidat eden erkeği öldürün" şeklinde değil; "Kim irtidat eder de savaşır, can alırsa onu öldürün", şeklinde anlamalıdır.

Buraya kadar söylediklerimizin ışığında denebilir ki: İrtidadın, İslam'a ve meşru düzene karşı başkaldırı niteliğinde bir etkinliğe zemin oluşturmadıkça, kişisel bir tercih konusu olarak değerlendirilmesi, Kur'an'ın ruhuna uygun bir yaklaşımdır. Topluma ve meşru düzene baş kaldırma niteliğindeki irtidat durumunda gündeme gelecek ölüm cezasının zemininde ise din değiştirme eylemi değil, bir savunma ve meşru düzeni koruma amacı yer almaktadır. Dolayısıyla bu şartlar altında mürtede verilecek ölüm cezası da bir dine zorlama, ya da din hürriyetine aykırı bir tutum olarak değerlendirilemez.  

Maide Suresi 33-34;
''Allah’a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır.* Ancak onları ele geçirmenizden önce tövbe edenler bunun dışındadırlar. Artık Allah’ın çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olduğunu bilin.''

Ayrıca; Ali İmran Suresi 85.ayetten itibaren okursak;

85: Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.

86: İman ettikten, Peygamberin hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra inkâr eden bir toplumu Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah, zalim toplumu doğru yola iletmez.

87: İşte onların cezası; Allah’ın, meleklerin
ve bütün insanların lânetinin üzerlerine olmasıdır.

88: Onun (lânetin) içinde ebedî kalacaklardır. Onların azabı hafifletilmez, onlara göz açtırılmaz.

89: Ancak bundan sonra tövbe edip kendilerini düzeltenler müstesnadır. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

90: Şüphesiz iman ettikten sonra inkâr eden, sonra da inkârda ileri gidenlerin tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların ta kendileridir.


Görüldüğü üzere, iman ettikten sonra inkar edenleri öldürün gibi bir şey söz konusu bile değil. Onların cezası; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetinin üzerlerine olmasıdır deniyor. Dünyevi bir ceza söz konusu değil.

Sonuç olarak;
İslam dininde din değiştirmenin karşılığı ölüm değildir. Bu Allah ile kul arasında olacak bir durumdur. Bu hüküm dinden çıkanların veya din değiştirenlerin değil, İslam'a, müslümanlara savaş açanların katli için geçerli olan bir durumdur.


Sahih Dedikleri Halde Peygamber Adına Uydurulmuş, Kuran’la ve Birbirleriyle Çelişen Hadislere Örnekler


1-Kur’an: “… O`nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur. ” 42/ Şura 11
“Ve hiçbir şey O`nun dengi değildir. ” 112/ İhlas Suresi 4
Uydurma Hadis: Allah Adem`i kendi sûretinde yaratmıştır. ” Müslim, Birr, 112. Buhari istihzan 1
Uydurma Hadis: “Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir. ”Müslim İman 302, Buhari 97/24, Hanbel 3/1

Allah`a hiçbir şeyin benzemediğini söyleyen ayete karşın, hiçbir mecazi ifadeyi çağrıştırmadan, Allah`ın baldırı olduğunu ve ahirette baldırını açacağını söylemenin saçmalığını uzunca anlatmaya gerek var mı?
Uydurma Hadis: “Allah benimle görüştü ve el sıkıştı. Elini iki omuzum arasına koydu. öyle ki parmaklarının soğukluğunu iki göğsüm arasında hissettim. ” Hanbel 5/243. Tirmizi Tefsir, Sad suresinin tefsiri(3231). İbn-i Kuteybe- Hadis Müdafası 60. hadis. sayfa 285. kayahan yayınları

Yine bu hadiste hiçbir mecazi manayı çağrıştırmadan, Allah’a parmak, parmaklarına da soğukluk atfederek Allah şekilleştirilmektedir. Bu hadis İhlas Suresi`nin hiçbir şey Allah`ın denki olmadığını söyleyen ayeti gibi daha birçok ayetle de çelişir. Eğer hadisteki “el” ifadesi mecazi bir manaya gelip insani eli çağrıştırmasa kabul edilebilir olurdu. örneğin “Her şey Allah`ın elindedir. ” dediğimizde cümlenin akışından her şeyin Allah`ın kontrolünde olduğu anlaşılır. Fakat Allah`a parmak, parmaklara soğukluk atfeden bu hadisten böyle mecazi bir manayı kimse çıkaramamaktadır. üstelik bu hadiste Allah ile Peygamber`in el sıkışması gibi kabul edilemez bir ifade de yer almaktadır.

Uydurma Hadis: Peygamber’e Allah’ın yerleri ve göğü yaratmadan önce nerede olduğu soruldu, Peygamber; Bir bulut içerisinde idi, üstü hava, altı hava idi. ”dedi. Hanbel Müsned 4/11. İbn-i Kuteybe-Hadis Müdafası 62. hadis. sayfa 292. kayahan yayınları

Uydurma Hadis: Allah zamandır. MALİK Muvatta Kelam 3 / 56. Buhari Edep 101. Müslim Elfaz 516(2246). Ebu Davud Edep 81(4974. İbn-i Kuteybe-Hadis Müdafası 63. hadis. sayfa 294. kayahan yayınları
Atomlardan oluşan hava da, maddenin değişiminden ibaret zaman da madde ile beraber yaratılmıştır. “Allah’ın kendisi zamandır, Allah bulutta idi etrafı ise havaydı” diyenlerin bilgi seviyeleri ve Kur’an’ı hiç anlamadıkları, hava ve zamanın ne olduğundan habersiz oldukları da ortadadır.

2- Kur’an: “Ey iman edenler!Herhangi birinize ölüm gelip çattığında vasiyet zamanı aranızda tanıklık şöyle olsun: Kendinizden adalet sahibi iki kişi yahut, yolculuk etmekte iken ölüm musibeti başınıza geldiyse sizin dışınızda iki kişi”
5 Maide Suresi 106


Uydurma Hadis: “Varis için vasiyet yoktur. ” Hanbel 14/238 ibn-i Kuteybe-Hadis Müdafası 45. hadis. sayfa 255. kayahan yayınları
Kur’an`da hem Maide suresindeki bu ayette hem diğer ayetlerde vasiyet anlatılır. Vasiyetten arta kalanlar Kur’an`da tavsiye edilen şekilde dağıtılır. Vasiyeti iptale yönelik bu hadis aslında Kur’an`ın bir hükmünü iptale yönelik bir girişimdir.

3- Kur’an: “Doğrusu hiçbir günahkar bir başkasının günah yükünü yüklenmez. ” 53 Necm 38
Uydurma Hadis: “ölü ailesinin kendisi için ağlamasından dolayı azaba uğratılır. ”Buhari K. Cenaiz 32, 33, 34
Ne Kur’an`ın genel mantığına ne de akla, uymayan bu hadis de uydurmacılığın Kur’an ve akılla çelişkilerine örnektir.

4- Kur’an: “Zulmedenler dedi ki: Siz olsa olsa büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz. “Senin hakkında ne yakışıksız benzetmeler düzdüklerini görüyor musun? Onlar sapmışlardır ve doğru yolu bir türlü bulamıyorlar. “
25 Furkan 8-9

Uydurma Hadis: “Peygamber Medine’de bir Yahudi tarafından büyülendi. Günlerce ne yaptığını bilmez durumda ortalıkta dolaştı. Yapmadığı bir şeyi yaptı, yaptığı bir şeyide yapmadı vehmine kapılıyordu. ” Buhârî, Tıbb: 47; Müslim, Selâm: 43, Nesâî, Tahrîm: 20; Hanbel 6/57; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Akçağ Yayınları: 8/97-98-100.

Kur’an`a göre ise Peygamber`in büyülendiğini söyleyenler zalimlerdir. Lütfen bu önermelerden mantık kuralları içerisinde sonuç önermesini çıkarın ve zalimin kim olduğunu düşünün.

5- Kur’an: “Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra da arşa istiva eden Allah`tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca)O`nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir. ”
Araf54. Yunus 3. Hud 7. Furkan 59. Secde 4. Kaf 38. Hadid 4. Fussilet 9-10-12

Uydurma Hadis: Ebu Hureyre Resulullah elimden tutup şöyle buyurdu: Allah azze ve celle yeri Cumartesi günü yaratmıştır, o yerin içindeki dağları Pazar günü, ağaçları pazartesi günü, mekruhu(çirkin şeyleri) Salı günü, nuru Çarşamba günü yaratmış yerin üzerine hayvanları Perşembe günü yaymış, Ademi Cuma günü yaratmıştır. (Müslim sıfatul munafıkin 27)

Bu hadis yukarıda belirttiğimiz ayetlere açıkça terstir. Çünkü Kur’an ayetleri göklerin yerin ve içindekilerin altı günde yaratıldığını belirtmesine karşılık Ebu Hureyrenin bu israili rivayeti ise sadece yer ve içindekilerin yedi günde yaratıldığını söyler. Şimdi peygambere atfedilen bu iftirayı Ebu Hureyre hatırı için kabul edersek Kur’an’ın bunca ayetleriyle ters düşmez miyiz? İyice düşünün

6 – “Kur’an: “Dinde zorlama yoktur. ” 2 Bakara Suresi 256
Uydurma Hadis: “Dinini değiştireni öldürün. Nesei 78/14, Buhari 12/1883
Allah`ın hükmünü hadisle aşmaya, Allah`ın dinini kendi kafalarına uydurmaya çalışanların bu uydurması yüzünden çok kelleler gitmiştir.

alıntıdır.

''Ateistler Bunu da Açıklayın!''


Kuran’a bakarsak, dinsizlerin inananları sürekli alaya aldıklarını görürüz. Dinsizlerin bu alay etme, aşağılama gibi davranışları, binlerce yıl önce olduğu gibi şimdi de kesintisiz olarak devam etmektedir.  Hatta artık son dönemde“Ateistler hadi bunu da açıklayın” gibi bir cümle de dillerine pelesenk oldu. Bu cümlenin moda olmasında maalesef birçoğumuzun parmağı var.

İnternetin, her kesimden insanın evine girmeye başladığını, yine internetteki amellerden anlayabiliyoruz. Müslümanlığı kavrayamamış bazı arkadaşların, “Dünyaya Müslümanların sayısını gösterelim”“Arkadaşlar hacerül esved taşının fotoğrafını beğenip paylaşalım lütfen”“İşte Peygamberimizin ayak izi, paylaşmayanın elleri kırılsın”vb. aktivitelerle zaman öldürdüğünü görüyoruz. Karpuzdaki, domatesteki Allah yazısını ya da Allah diye bağıran kargayı, aslanı görüp de dinsizlere Allah’ın varlığını kanıtlamaya çalışan, orada burada, ateist sayfalarda boy gösteren arkadaşlar, “Ateistler hadi bunu da açıklayın” diyerek kendilerini komik duruma düşürmektedirler. Müslümanların bu halini gören dinsizler de bu cümleyi aralarında espri haline getirdiler ve artık deyim gibi bir şey oldu.

İnsanımız, bilgisinin olmadığı konularda, ne konunun üzerine gidip öğrenmeyi, ne de susmayı beceremediğinden, bu gibi benzeri sayfalarda İslam’ı dinsizlere karşı savunmaya çabalamakta; fakat bu çabalar, dinimizi savunmaktan çok, dinsizlerin eline koz vermekten yukarı çıkamamaktadır. Kendilerini, pek çok yönden yetiştirmiş din düşmanlarının pek çoğu, bu bilgisiz Müslümanlara kafa tutmakta belki de haklılar. Pek çok ateist, “Biz de inanıp sizin gibi cahil mi olalım?” diye sormakta ve Müslümanların mantıksızlığını yine Müslümanlara anlatmaktadırlar. Bunun üzerine gaza gelen inançlı kardeşlerimizden, “Cehenneme gidince görürsünüz gününüzü kafirler” benzeri yanıtlar almaktadırlar.
İslam’ı, insanlara agresif, temelsiz sözler söyleyerek, hakaret ederek savunmaya çalışmanın yanlışlığı ortada olmasına rağmen birçok inançlı kardeşimiz bunu yapmakta ısrarcıdır. Aslında bu yaptıklarının İslam lehine değil, aleyhine bir durum doğurduğunu, başka bir deyişle destek değil köstek olduklarını anlayamamaktadırlar. Emin olsunlar, hiçbir yorum yapmadan, susup pusup evlerinde otursalar daha hayırlı bir iş yapmış olacaklar.

Oysa Kuran’da tarif edilen müminler böyle değildir. Kuran’da tarif edilen müminler temelsiz konuşmazlar, her söylediklerinin arkasında mutlaka kanıtları vardır. Sinirlerine hakim olurlar. Bir şey yapmadan ya da konuşmadan önce etraflıca düşünürler. Bilmedikleri konularda konuşmazlar, bilgi edinmeye çalışırlar. Din düşmanlarının İslam’ı aşağılamak adına verdikleri savaştan ders çıkartır ve kendilerine, “Şu dinsizler kadar olamıyor muyum?” diye sorarlar. Onların inançsızlıklarını, kibirlerini, insanları alaya almalarını değil ama azimlerini örnek alırlar. Allah’ın kitabında defalarca tekrarladığı düşünme emrini yerine getirirler. Evrenin, canlıların yaratılışı hakkında düşünürler, sorgularlar. Sürekli kendilerini geliştirirler. Hayatlarında Allah’ı ilk sıraya koyarlar. Ne yaparım da Allah yolunda daha fazla çalışırım diye düşünürler. Din hakkında konuşurken, yalnızca Kuran’a bağlı kalırlar ve gerçek mümine yaraşır dikkatli bir tavır takınırlar.
Bazı dinsizler, ortada herhangi bir sebep yokken ya da altta kalsalar dahi inançlılarla alay edebilirler. Durum bundan ibaret ise, onların dinimize karşı kullandıkları zavallı kozlarının yanına bir yenisini daha eklememiz, savunmaya çalıştığımız dinin zararına olacaktır.

Kuran’dan, geçmişte pek çok Peygamberle de alay edildiğini öğreniyoruz. Kuran bu konu hakkında bizi uyarıyor ve bize dişlerimiz arasından tükürük saçmak yerine sabretmemizi ve onlara top tüfekle değil, Kuran’la zorlu bir cihat açmamızı öneriyor. Allah’ın önerisini dinleyelim de, bilerek veya bilmeyerek mükemmel dinimizi dejenere bir dinmiş gibi gösterip çok ağır veballer almayalım inşallah.

alıntıdır; evirgenorhan

9 Eylül 2012 Pazar

İslam'da Kadını Dövme(!) Hakkı

Aile huzursuzluklarında kocanın karısını dövme hakkı var mıdır? Varsa derecesi nedir?

Sıradan âile huzursuzluklarında, kocanın karısını dövme hakkı yoktur. Çünkü huzursuzluğun sebebi erkekte de olabilir. Hiç birisinin elinde de olmayabilir. Kadında olmakla birlikte, basit bir sebep ya da bir yanılma ve bir hatâ da olabilir. Eğer erkeğin karısını kayıtsız şartsız dövme hakkı olsaydı, erkeğin güçlü olması, zalimleşmesine sebep olurdu. Allah Rasûlü Efendimiz (s.a.v.) hanımlarına hiç vurmuş değildir. Halbuki, hanımlarının onu üzdügü, kırdığı, hattâ ona karşı birlik olup söz ettikleri vardır. O, hanımlarına hiç vurmadığı gibi, onlara sözlede hakaret etmemiş ve ümmetine de hanımlarına iyi davranmalarını emretmiş, onların erkeklere Allah`ın birer emaneti olduklarını hatırlatmıştır. Ancak değil dövmeye, âileleri yıkıp parçalamaya kadar giden huzursuzluklar da vardır. Böyle durumlarda bazen bir iki tokat işe yarar, evdeki otorite boşluğunu giderir, kadına evin bir hakimi olduğunu hatırlatır ve bir ilâç olarak başvurulan bu çâre, çok büyük felâketlere ve kötülüklere engel olabilir. Ancak bu bir ilâçtır. Hastalık kangren olmaya yüz tutmadan kullanılmaz ve dozu da fazla kaçırılmaz. Aksi halde kötü olan yan etkileri olur. Kur`ân-ı Kerimin bu konudaki âyeti ilginçtir: "Allah`ın bazılarını bazılarına üstün yaratması sebebiyle erkekler kadınlar üzerine hakimdirler. Bir de erkekler mallarından harcamaktadırlar. Iyi kadınlar itaatli olanlardır. Allah`ın (onları) koruması sebebiyle görünmeyeni koruyanlardır. Başkaldırmalarından (nüsûz) korktuğunuz kadınlara öğüt verin. (Vazgeçmezlerse) onları yataklarında yalnız bırakın. (Yine kâr etmezse) döğün. Size itaat ederlerse aleyhlerine bir yol aramayın. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür" (Nisâ (4) 34)

Tefsirciler, başkaldırma diye terceme edilen "nüsûz"ü: Eşinden tiksinme, ona isyan etme, yüz çevirme, bugzetme, eşi için kokulanıp süslenmeme, eşinin arzusunu geri çevirme, eşinin evinde oturmayıp başka evde ve başkalarıyla oturma... (147 ibn Kesîr N/257; Kurtubî NI/170; Elmalı N/1351; Lisânü`I-Arap "ne-seze" md.) diye açıklamışlardır. Anlaşılacağı üzere kadının bu duruma gelinceye kadar dövülmesi yasaktır. Yüzde bir de olsa, işi bu duruma kadar götüren kadın için aslında başka çâre de yoktur. Ya verilen öğütleri tutar, iş biter. Ya kocası yatağına girdiği halde ona sırtını döner. Ilgilenmez ve bu yolla uslanmasına çalışır. Çünkü bu, kadınlar için çok etkili bir çâredir. Bu da olmazsa iş boşanmaya kadar gelmiş ve yuva cehenneme dönmüş demektir. Ama boşanma daha büyük felâketlere ve yıkımlara sebep olabilir: Onun için dağlama kabilinden, son çare olarak incitmeyecek ve iz bırakmayacak kadar dövmeye başvurulur. Çünkü bu duruma düşenlerin bir çoğunu bu hafif dayak yola getirir ve çoğu boşânmaları önler. Önlemezse Islâm, yine erkeğin boşamasına izin vermez ve iki tarafın akrabasından seçilecek hakemlerin arabuluculuk yapmasını önerir. ( Nisâ (4) 35)

1- Kadının dövülmesini gerektirecek davranışlar çok az görülecek davranışlar olduğu için, kadın dövme Islâm`da hoş karşılanmamış, hele bu sebepler yokken dövmeye cevaz verilmemiştir. Allah Resûlü Efendimiz: "Allah`ın kızcağızlarını dövmeyin" (Ibn Kesîr N/258) "Kadınlar hakkında Allah`tan korkun." (Ebû Dâvûd, menâsik 56; Ibn Mâce, menâsik 84; Kurtubî NI/172) "Kadınlar hakkında birbirinize hayır öğütlerde bulunun" (Kurtubî NI/173) "... Irzınızı başkalarına çiğnetirlerse onları incitmeden dövün (Mûslim, hac 147; Tirmizî, radâ` 11; Ebû Dâvûd, menâsik 56 -Ibn Kesîr N/258) "Dövdüğünüzde yüzlerine vurmayın" buyurmuştur.

2- Sebepleri bulduktan sonra başka çâresi de bulunamayan dövme, kangren olup kesilmeye yüz tutmuş uzvu kesilmekten kurtarmak için bir son çâre ve bir acı ilâçtir. Zaruret görülmeden kullanılmamalıdır.

3- Kafa kaldıran kadınların bir kısmı mazohisttir; kocasının bir yigit rolünde ve otoriter görmek ister; hattâ dövülmekten hoşlanır ve rahatlar.

4- Aslında Islâma bu noktada karşı çıkanların pek çoğu, daha durum, İslamın dövmeye izin verdiği aşamaya gelmeden karılarını döverler, pek çoğu da onlardan boşanırlar. Hattâ karılarının kolunu başını kıranlar da olur. Islâm bunların hiçbirisine izin vermez. Ne sebeple olursa olsun, karısının bir uzvunu kıran, ona diyet ödemek zorunda bırakılır. (Konu için ayrıca bk. Halebî, Sağîr 395 Kebîr, 621 (Aynı müellife ait bu iki kaynakta kadının namaz kılmaması ve yıkanmayı (guslü) terk etmesi dövülmesini meşru kılan sebeplerden gösterilir); Canan, Terbiye 391)

5- Dövmeye izin verilme noktasına geldikten sonra da; kadının yüzüne vurulmaz; incitici ve iz bırakıci şekilde dövülmez. Dövmekten gaye onun çaydırılıcığıdır.

Sorularla İslamiyet'ten alıntıdır.

İslam ve Çok Eşlilik

Allâh, Hazret-i Âdem (as)'i yoktan var ettikten sonra kendisinden huzura kavuşacağı bir hanımı da yaratmıştır. İnsanoğlunun çoğalmasını bunlar vasıtasıyla takdir eden Allah Teâlâ, erkeklerle kadınlar arasına bir takım hak ve vazifeler koyarak, iki tarafın da fıtratına uygun yaşamasını emretmiştir.

Şüphesiz bu hak ve vazifelerin en önemlilerinden birisi de "nikah"tır. Nikah birbirine tamamen yabancı iki farklı cinsten insanın arasında meydana gelmekte ve ikisini yine dünyanın birbirine en yakın iki insanı kılmaktadır. İslâm, nikaha ulvî bir mânâ ve mes'ûliyet yüklemiştir. Nikah sayesinde kadının yeme, içme, barınma ve benzeri her türlü ihtiyacı kocasının sorumluluğuna bırakılmıştır. Âileyi inşâ mes'uliyeti ise kadına tahsis edilmiştir.

Çok eşlilik İslam'ın getirdiği bir sistem değildir. İslam öncesi dünyada yaygın olan ve sınır tanımayan bir şekildeydi. Kadının zaten hiçbir konuda fikir beyan etmesi bile mümkün değildi. İslam dini böyle bir ortamda ortaya çıktı ve bu çok eşliliği yirmi-otuzdan dörde indirdi. Buna da çeşitli şartlar getirdi. Bu konuda eşler arasında adaletin sağlanması gibi ağır şartlar getirdi. Aksi takdirde bir hanımla evlenmenin daha sağlıklı olacağını tavsiye etti.
--
ÇOK EVLİLİK


Eski Mısır Hukuku:
Koca bazı şartlar altında birden fazla kadınla evlenebilirdi.

Babil Hukuku:
Hamurabi kanunlarına göre, zevce çocuk doğurmazsa veya ağır bir hastalığa tutulursa, koca odalık alabilirdi.

Çin Hukuku:
Kocanın serveti müsait olursa, ikinci derecede zevceler alabilirdi. Şu kadarki, bu kadından doğacak çocuklar, birinci ve asıl zevcenin çocukları sayılırdı.

Eski Brehmenler:
Vichnou kitabına göre, erkekler bulundukları sınıflara göre bir, iki, üç veya daha fazla kadınla evlenebilirdi. Apastamba kitabında ise, bu konuda tahdit vardı, kadın vazifelerini hakkıyla yerine getirebiliyor ve erkek çocuğu da oluyorsa, koca ikinci bir kadınla evlenemezdi. Manu düsturlarında, bir adam, ilk zevcesini kendi toplumsal seviyesinde seçmesi lazımdı, ikinci zevcesini, daha alt tabakalardan alabilirdi.

Eski İran:
Çok evlilik kabul edilmişti.

Roma Hukuku :
Odalık almak, kanuni nikah olmaksızın yaşamak vardı.

Kitab-ı Mukaddes :
Eski Ahid'de Davud (as)'ın bir çok kadınla evlendiği zikredilir. Eski Ahid'de çok evlilikten bahseden başka yerler de vardır. Müsevilite de çok evlilik vardı.
Yeni Ahid'de (İncil), birden fazla kadınla evlenmeyi yasak eden bir madde yoktur. Ancak tek zevce ile yetinmenin iyi olacağına dair tavsiyeler vardır.
Birden fazla evlenme, Hristiyanlık aleminde XVI. asra kadar normaldi.

İslam'dan önceki Arabistan:
Çok evlilik konusunda hiç bir tahdit ve sınır yoktu. Erkek istediği kadar kadınla evlenebildiği gibi, aralarında zevce değişimi bile olurdu.
--
İslâm'da evlilik, geçici bir menfaat veya zevk üzerine kurulmamıştır.
İki tarafın anlayış ve olgunlukla meydana getirdiği ve sevgi-saygı temelleri üzerine kurulan yuva, toplumun en güzîde varlığı olan "insanı" ortaya çıkaracak, ihtiyaçlarını temin ederek, onu cemiyetteki mukaddes vazifelerine hazırlayacaktır. Böylece aile, toplumun en küçük, fakat en vazgeçilmez yapı taşını oluşturacaktır. Onun sarsılmasına yol açacak (zina, iftira vb.) her türlü tesir, İslam tarafından yasaklanmış ve bu hususta çok sıkı tedbirler alınmıştır.

Kısaca anlattığımız şekliyle bu kadar değerli olan "nikâh" ve "âile" müessesesi için, bazıları câhilâne, bazıları da maksatlı olarak ileri geri konuşmaktadır.

"İslâm'ın niye çok evliliğe izin verdiği" ve "Hazret-i Muhammed -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in pek çok kadınla niçin evlendiği", "yoksa İslâm'ın, kadını hiçe mi saydığı" tarzında birtakım suâller, hep bu bilgisizlik ve art niyetten kaynaklanmaktadır. Burada önce kısaca İslâm'ın niye birden fazla kadınla evlenmeye izin (teşvik değil zarûreten müsaade) verdiği üzerinde duracağız:

İslâm'da Birden Çok Evliliğe İzin Verilmesinin Sebepleri

* Evvelâ şunu ifâde etmek gerekir: çok evliliği, İslâm başlatmamıştır, sınırsız sayıda kadınla evliliği benimsemiş bir düzeni belli sınırlamalara tâbî tutmuştur.

Bilindiği gibi Arabistan'da veya dünyanın diğer ülkelerinde Peygamber Efendimiz (asm)'den önce (câhiliye devrinde) sayısız kadınla birlikte olma imkânı vardı. Bunlar bazen herkesin bilgisi dahilindeki onlarca kadınla evlilik, bazen satın alınan câriye yoluyla veya gayr-i meşru sayısız ilişki (zinâ) yolları ile yapılmaktaydı. Bu durumdan fıtraten bozulmamış insanlar rahatsız olmakla birlikte, umûmî gidişe karşı durulamıyordu. (İslâm'ın bu vasfını diline dolamış Batılıların yaşadığı hayat ve âilevî durumları hâlâ çok farklı değildir.)

* Dört kadınla evlenebilmek bütün mü'minler için bir "emir" değil, bazı durumlarda tanınmış bir hak ve "izin"dir (Ruhsat).

İnsanlar bin bir türlü hal ile karşılaşabilmektedir. Bazen erkeğin şartları, bir evlilikle yetinemeyecek şekilde olabileceği gibi, bazen de kadının çeşitli sebeplerle (felç, bir kaza neticesi sakatlık, devamlı hastalık, güçsüzlük, vb.) âile hayatını devam ettirebilmesi birtakım sıkıntılara sebep olabilir. Bu durumdaki bir âileyi yıkıp, belki birbirini seven eşleri yalnızlığa itmek veya mevcut çocukları sahipsiz bırakmak; insânî bir yol değildir. Yine iki kişi arasındaki mahrem bazı sırların -boşanma vb. sebeplerle- aleniyete dökülmesi, bir çok insana anlatılmak mecburiyetinde kalınması da işin bir başka tarafıdır.

* Birden fazla (dörde kadar) evlenen erkeklere de eşleri arasında "adâleti temin etme" vazifesi yüklenmiştir.
Aksi halde Allah'ın azabıyla ikaz edilmiştir. Âyet-i kerîmede:
"Yetim kızlar hakkında adâleti sağlamaktan korkarsanız uygun gördüğünüz diğer kadınlardan iki, üç ve dörder olmak üzere nikah ediniz. Bunlar arasında adaleti sağlayamayacak olursanız o zaman bir kadın veyahut sahip olduğunuz bir cariye ile iktifa ediniz. Bu şekilde adaletten sapmamağa daha yakın olursunuz." (Nisa, 4/3) buyurulmuştur.
 
Diğer bir âyet-i kerimede de:
"Ne kadar gayret ederseniz edin kadınlar arasında adalete güç yetiremezsiniz. Binaenaleyh, birine büsbütün meyledip diğerini askıya alınmış gibi bırakmayınız. Eğer nefsinizi ıslah eder, Allah'tan korkup haksızlıktan sakınırsanız; hiç şüphesiz ki, Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Nisa, 4/129) buyurulmuştur.
  Peygamber Efendimiz (asm) de şöyle buyurmuşlardır:
"Bir erkeğin nikahında iki kadın bulunur da, aralarında adalet gözetmezse, kıyâmet gününde bir tarafı felçli olarak diriltilir." (İbn-i Mâce, Nikah, 47)
Savaş ve benzeri, erkeklerin toplu bir şekilde yok edildiği hallerde, bakıma muhtaç ve ortada kalmış kadınların şahısları ve toplum adına ne gibi zorluklar ve zararlarla karşılaşabileceği ortadadır. Geçimini bir şekilde temin etmesi gereken kadın hangi kapıya, ne yüzle müracaat edecek ve nelerle karşılaşabilecektir?!. Bunun tarihteki en güzel misali, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'da yaşanmıştır.

* İslâm kesinlikle zinaya müsaade etmemiştir. Evli iken yapılan zinaya ise çok şiddetli cezalar verilmiştir. Zina bütün ilâhî dinlerde yasaklanmışken, Avrupa ve Amerika'da zina yaşının 12-13'lere inmiş olması ve âile yuvasının bu vesileyle sık sık yıkıldığı veya yıkılmaya yüz tuttuğu günümüz gerçekleri arasındadır. İslam dünyası ve müslüman aileler ise dinlerini yaşadıkları nisbette bu ahlâkî erozyonun dışında kalmaktadırlar. Bu hakikatte şüphesiz İslâm'ın zinaya bakış tarzı ve tarihimizden gelen örf ve âdetlerimizin kuvvetli oluşunun payı büyüktür.

* Erkeğin birden fazla evlenme hakkını kullanması, kadının nikâh esnasında ileri süreceği şartla kısıtlanabilir. İslâm'da nikah akdinin tesisi için iki tarafın rızası şart kabul edilmiştir. Bu nikâh akdi esnasında, kadın "eşinin sadece kendisiyle evli kalması"nı şart olarak ileri sürülebilir. Erkek bu şarta riayet etmeyip başka kadınlarla nikah yaparsa, kadın hakime müracaat ederek "boşanma" isteyebilir.

Bütün bu şartlar göz önünde bulundurulduğunda, İslâm'ın hayatın her safhasını ve her türlü durumu düşünerek böyle bir şeye izin vermesi anlaşılabilir. O sadece sağlıklı olanların değil, yaşlı ve güçsüzlerin de dinidir. O sadece rahatlık anlarının değil, zor zamanların da dinidir. O sadece erkeğin değil, gözetilmesi gereken bütün haklarını koruduğu kadının da dinidir. Âilenin sebepsiz yere yıkılmasına, çoluk çocuğun sefâlet ve felâkete düşmesine göz yumamayacak kadar ferdi ve toplumu düşünen, insanlığın iffetini ve haysiyetini koruyan yegâne dindir.
Bu duruma göre çok evliliğin mübah oluşu zaruret, ihtiyaç, özür veya geçerli bir maslahattır.

Çok Evlilik Konusunda İslam Prensipleri

1) Adetin sınırlandırılması:
Cahiliye devrindeki erkeğin hudutsuz evliliğine sınır getirilmiş. Bu ayetin nuzulünden sonra Resulullah (asm)'ın emriyle dörtten fazla hanımı olanlar, fazlalarını boşadılar.
2) Eşler arasında adaletin gözetilmesi: Zevceler arasında adalet, yedirme, içirme, giydirme, barındırma, kocalık muamelesi, sevgide gösterilecektir. Yalnız şu varki, insanın sevgi hususunda tam bir eşitlik gösterebilmesi, imkansız denecek kadar zordur. Kadının çeşitli fiziksel ve ruhsal özellikleri sevginin derecesindeki farklılıkları meydana getirecektir. Erkek ne kadar eşitlik konusunda çaba harcasa da bunu başarması imkansız derecesindedir.
Cenab-ı Hak buyuruyor:
"Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Nisa, 4/129)
Bu ayet-i kerimeyle Cenab-ı Hak erkekleri kadınlarına sevgi ve muhabbet hususunda mutlak bir eşitlik göstermekten afvetmiş. Sadece erkeğin bir tarafa bütün bütün meyledip ötekinden yüz çevirmesini yasaklamış, elinden geldiği kadar eşit davranmaya çalışmasını emretmiştir.
Peygamber Efendimiz (asm) birden fazla evlilik konusunda şu önemli ikazı yapmıştır:
"İki zevcesi olup da birine tamamen meyledip diğerini ihmal eden kimse, kıyamet gününde, bir yanı felçli olarak gelir." (İbn-i Mace, Nikah, 47; Mişkâtü’l-mesabih, 2/196)
Kadın, yaratılışı itibariyle erkeğini normal şartlar altında ikinci bir kadınla paylaşmaya razı olmadığı gibi, hiçbir kadın da mecbur kalmadan evli bir erkekle hayatını birleştirmek istenmez.
Çok (dörde kadar) evliliğin hak olduğuna inanmak imanın gereğidir. Ancak, buna inanmak kadının, kocasının kendi üzerine evlenmesini onaylayarak rıza göstermesi, tasvip etmesi zorunluluğunu getirmez.
Hiçbir mümin babadan da kızı üzerine damadının ikincisi, üçüncüsü veya dördüncü kadını almasını olgunlukla karşılaması beklenemez. Kadının kıskançlık fıtratı ve babalık şefkati buna engeldir.
Nitekim Peygamberimizin (asm)  kızı Hz.Fatıma (r.anha), kocası Hz. Ali (ra)'nin ikinci bir kadınla evlenmek istemesine karşı çıkmıştır. Peygamberimizin (asm) terbiyesinde büyüyen Hz.Fatıma (r.anha)'nın, kocasının ikinci evliliğine karşı çıkması caiz olmasaydı, Allah Resulü (asm) onu ikaz eder, kocasının arzusuna boyun eğmesini emrederdi. Halbuki durum öyle olmamış, bilakis kızının üzüldüğünü gören Allah Resulü (asm), damadı Hz.Ali (ra)'nin bu arzusundan vazgeçmesini istemiş, eğer vazgeçmezse ancak Fatıma (r.anah)'yı boşadıktan sonra evlenebileceğini bildirmiştir. Hz.Ali (ra)'nin Fatıma (r.anha)'nın üzerine evlenip onu üzmesine razı olmamıştır.
Allah Resulü'nün (asm) bu davranışında, Müslüman kız ve babalarının damadın ikinci evliliğine karşı çıkabilecekleri hususunda ruhsat vardır denilebilir.
Sözün özü: İslam çok evliliği ne emir ne de tavsiye etmiştir. Sadece bazı zaruri hallerde müsaade etmiştir. Zaten yukarıdaki olayı naklettikten sonra diyecek bir şey olmasa gerek.

Son olarak; yasaların çok eşliliğe izin vermemesi çok eşliliği haram yapmasa da, ülke kanunlarına uygun hareket etmeye çalışmak gerekir.

Sorularla İslamiyet'ten alıntıdır.



Hz.Ayşe Hz.Muhammed ile Evlendiğinde Kaç Yaşındaydı?

En kesin delillerle ispatı;


Peygamberimiz, "Ben ayna gibiyim" buyurmuşlardı. Batılı sözde çağdaş insanlar ve aynı zihniyette olan kimseler bu aynaya baktıklarında kendi kirli zihinleri ile gerçeği görememekte veya anlayamamaktadırlar. Hz Muhammed ve arkadaşlarını kendileri gibi, zevk düşkünü sapkın zannetmekteler. Esasında budurum yadırganmamalıdır.

Örneğin parlementosunda ensest ilişkiyi serbestleştirme kanunu görüşen bir isviçre vatandaşına zevk düşkünü olmayan insanlar olabileceğini nasıl anlatabiliriz?

Bu çürümüş medeniyetleri uygarlık sanan zavallı beyinler kadını 2. sınıf gören eski arap adetlerini İslam zannederek pornonun bir endüstri kabul edildiği, aile yaşantısının gittikçe bittiği bu batı medeniyetinde kadınların daha üstün konumda olduğunu sanmaktalar.

Hz. Adem ve İnsanların Çoğalması


İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Adem (as)'dir. Bu husus Kur'an-ı Kerim'de ifade edilmektedir.

"Hani Rabbin Meleklere: 'Muhakkak ben yeryüzünde bir halife var edeceğim.' demişti.."(Bakara, 2/30)
"Onlar birbirlerinden (türeme tek) bir zürriyettir. Allah işitendir, bilendir." (Al-i İmran, 3/34)
"Şüphesiz, Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi." (Al-i İmran, 3/59)
"O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini var etti Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir süre) gezindi. Nitekim ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah'a dua ettiler: "Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız." (A'raf, 7/189)

A) Kardeşlerin birbiriyle evlendiği şeklindeki görüş;


İnsanlar Hz. Âdem (as) ile Hz. Havva'dan doğarak çoğalmışlardır. Havva anamız hep ikiz doğum yapıyordu. Bunlardan birisi erkek, diğeri de kızdı. Hz. Âdem (as), aynı anda doğan ikizleri, bir önce veya bir sonra doğan ikizlerle evlendiriyordu.

Hz Âdem (as)'den Peygamber Efendimize (asm) gelinceye kadar bütün peygamberler hak dini tebliğ etmişlerdir. Hz Âdem (as) ise ilk insan ve ilk peygamberdir. Allah ona da bir din ve bir şeriat göndermiş ve öğretmişti. Dinin temeli olan îman esasları hep aynı kalmıştır. Fakat şeriat dediğimiz, ibadet ve dünyaya ait işlerde Hz. Âdem (as)'den Peygamberimize (asm) kadar her devrin gereklerine, insanların ihtiyaçlarına göre bazı hükümler değişerek gelmiştir. Allah, her devrin insanının yaşayışını ve menfaatini gözeterek her ümmete ayrı bir şeriat göndermiştir. Mâide Sûresinin 48. âyetinde bu hususta şöyle buyurulur:

"Sizin her biriniz için Biz bir şeriat ve açık bir yol tayin ettik."


Sorunun dinimizdeki yerine gelecek olursak;

Bugün yeryüzünden insanlık, insanlık adına ne biliyorsa onu Allah'ın yarattığı fıtrat düzenine ve peygamberlerin tebliğlerine borçludur. Bütün dünya ülkelerinde kural şudur: Kanunsuz suç olmaz, önce kanun konur, eğer kanun bir davranışa bir işe suç diyorsa o suç olur. Kanun çıkmadan önce o davranış o iş suç değildir. Yüce Allah peygamberleri aracılığıyla bir davranışın bir işlemin günah olduğunu bildirmediyse o davranış o iş günah değildir. Zina, evlilik dışı ilişkidir. Zina; Allah'a ortak koşma, insan öldürmeden sonra gelen 3.büyük günahtır. En ağır günah türü ise ensest ilişkilerdir. Ebediyyen birbirleriyle evlenemeyecek olanların arasındaki ilişki en ağır günahlı zina türüdür. Zina, zina olmak itibariyle haram ise de; bekarların zinası, evlilerin zinası, savaşan insanların eşleriyle zina, komşuların ortakların eşleriyle zina ve mahremler arası ensest ilişkiler. Bu sıraya göre zina ağırlılık taşıyan bir günahtır. Yüce Allah Kuran-ı Kerim'de ''İnsan zayıf yaratılmış bir varlıktır.'' buyuruyor. İnsanın en ziyade zayıf olduğu nokta bu cinsellik konusudur. Yüce Allah Hz.Adem ile Hz.Havva'yı yarattı. Onlar aracılığıyla üreme kanunuyla insanları nesillendirmeye başladı. İlk insan topluluğu oluşturulurken kardeşlik kurumu yoktu, ilahi yasaklar yoktu, zina kavramı yoktu ve yasağı da yoktu. İlk insan topluluğu, topluluk olarak nitelendirilebilecek seviyeye geldikten sonra Hz.Allah ilk insan olan Hz.Adem'i ilk peygamberi olarak seçti ve Hz.Adem kanalıyla ilk insan topluluğuna ilahi emirler ve yasaklar verilmeye başlandı ve bu yasaklar arasında da zina yerini aldı. Yani bizim anladığımız manada yasaklı gördüğümüz anlamda ilk insan topluluğu oluşturulurken bu kavramlar yoktu, Yaradan'ın böyle bir yasağı yoktu.

B) Konuyla ilgili Nisa Suresi 1. Ayet kapsamında yapılmış farklı bir görüş;


"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten sakının. Adını anarak birbirinizden dilek ve istekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir." (Nisa, 4/1)

Ayetin Tefsiri;

Kur’ân-ı Kerîm’de “ey insanlar!” hitabının hedef kitlesi yalnızca müminler değil, bütün insanlardır. Bu sebeple âyette “Allah’tan sakının” yerine “Rabbinizden sakının” meâlinde bir ifade kullanılmıştır. Çünkü insanların yaratıcı ile kulluk ilişkisine “Allah ve ilâh”, insan olarak yaratılma ve geliştirilme ilişkilerine ise rab ismi uygun düşmektedir. Zira bu isim, yaratmayı ve yaratılana belli özellikler içinde var oluş imkânı vermeyi ifade etmektedir.

Hitabın, arkadan gelecek hükümler bakımından, hiçbir fark gözetmeksizin bütün insanları hedeflemiş olmasının ikinci delili de insanlar arasındaki ilişkilere -biri geniş, diğeri nisbeten dar olan- iki unsuru temel kılmış olmasıdır:

a) Bütün insanların asıl maddesi, özü olan “nefis”,

b) İlk rahimden (bütün insanların annesi olan Havvâ’nın rahminden) son rahime (her bir insanın annesinin rahmine) kadar gelen rahimler. Yaratanı bir, özü ve aslı bir, ilk oluşta anası babası bir, sonraki oluşlarda da soyu ve ailesi bir olan insanların yalnızca bu birlikten kaynaklanan birtakım hakları ve ödevleri (bu mânada insan hakları) olacaktır, olmalıdır; Nisâ sûresi de bu hakların ve ödevlerin önemli bir kısmını açıklamak üzere gönderilmiştir.

Kur’an’da nefis (çoğulu enfüs), “insan, insanın veya başka bir şeyin kendisi, insanın hayatta iken insan olmasını sağlayan (insanın onun sayesinde, ona sahip olduğu için insan olduğu), ölünce de ebedî varlığını devam ettiren unsuru” mânalarında kullanılmıştır. Bazı âlimler, filozoflar ve sûfîler ruh ile nefsi aynı varlığın iki adı olarak açıklamışlar (meselâ bk. Gazzâlî, İhyâ’, III, 2 vd.), bazıları ise nefis ile ruhu farklı mahiyetler olarak tanımlamışlardır. İkinci tanımlamaya göre Allah Teâlâ her bir insan için tıpkı bedeni gibi bir de nefis yaratır, Şah Veliyyullah’ın “neseme” adını verdiği bu nefis, insanın hayatı boyunca yapıp ettiklerine göre mânevî bir yapı ve kişilere göre farklı özellikler kazanır. Ruh ise şahsî değil umumidir; tek bir enerji merkezinden gelip ampülleri aydınlatan elekrik gibidir ve ilâhîdir, Allah’a aittir, halk âlemine değil emir âlemine dahildir, nefis için Allah’ın rızâsına götüren yolu aydınlatır veya onu bu yola çeker. İnsanın tabiatında ve yapısında Allah’ın rızâsına aykırı yola çeken güçler de (heyecanlar, güdüler, ihtiyaçlar) vardır, ayrıca şeytanın da işi, insanı Allah yolundan saptırmaya çalışmaktır. İnsan (nefis), aldığı eğitim ve iradesi sayesinde bu iki çekim merkezi arasında mücadele ve imtihan vererek dünya hayatında kulluğunu ve tekâmülünü gerçekleştirmeye çalışır; “emmâre” (kötüye çeken, kötüyü emreden) nefis olmaktan kurtularak, “levvâme” (kendini tenkit eden, kınayan), “mülheme” (ilâhî ilhama mazhar olan), “mutmainne” (şüphelerden ve geçici zevk bağımlılığından kurtularak huzura eren), “râdıye” (Allah’ın takdirine razı olan), “merdıyye” (Allah’ın rızâsına mazhar olan) nefis basamaklarına veya derecelerine tırmanmak için çabalar (Şah Veliyyullah, et-Tefhîmâtü’l-ilâhiyye, I, 222; II, 216 vd.; Hüccetullâhi’l-bâliga, I, 38-40, 58-61).

Âyette önce “sizi bir tek nefisten yaratan” denilmiş, sonra “ondan da eşini yaratan” buyurulmuştur; insanlardan her birinin babası ve anası bulunduğuna, her birey üreme kanunları çerçevesinde meydana geldiklerine göre burada “nefisten, ondan yaratan” sözünü “onun bir parçasından” (meselâ kaburgasından) şeklinde değil, “onun özünden, ona benzer (misli) olan asıldan ve kökten (buradaki ifadeye göre nefisten) yaratan” şeklinde anlamak gerekir. Nitekim “Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden (nefislerinizden) eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi de O’nun kanıtlarındandır” meâlindeki âyette de bu kelime aynı mânada kullanılmıştır (Rûm 30 /21). Nahl (16 /72) ve Şûrâ (42/11) sûrelerinde de benzer ifadeler vardır.

Bütün bu âyetlerde “nefsinden yaratmak”, “vücudunun bir parçasından yaratmak” mânasında değildir. Buna göre meâli ve numaraları verilen âyetler, Havvâ’nın aslının, Âdem’in kaburgası olduğu şeklindeki yaygın inancın delili olamaz. Havvâ’nın veya kadınların eğri kaburgadan yaratıldığını ifade eden hadisler, kadınla erkeğin tabii (fıtrî) olan ve değişmemesi gereken farklılıklarını ve özelliklerini anlatmak üzere yapılmış bir benzetmedir, mecazî bir anlatımdır. Nitekim bazı rivayetlerde açıkça “Kadın kaburga gibidir” buyurulmuştur (Buhârî, “Nikâh”, 79, 80; Müsned, V, 151). Hadislere göre kadınları erkeklere benzetmeye, tabii özelliklerini yok etmeye kalkışmak, eğimli yaratılmış kaburga kemiğini düz hale getirmeye uğraşmak gibidir. Kaburga ancak kavisli olduğunda uygun, sağlam ve kâmildir, fonksiyonunu yerine getirir; düz olsaydı akciğerin şekline uymaz ve onu koruyamazdı. Şu halde onu düzeltmeye çalışmak bozmaya ve kırmaya çalışmak demektir.

Âdem ile Havvâ yaratıldıktan sonra bunlardan birçok erkek ve kadının meydana getirildiği ve yeryüzüne dağıtıldığı ifade buyurulmaktadır. Bazı müfessirler dünyada yalnızca bir erkekle bir kadının bulunduğu bir zamanda bunların çocuklarının nasıl çocuk meydana getirebilecekleri üzerinde durmuş ve “birinci batında ikiz doğan bir erkek ve bir kızın, ikinci batında yine ikiz doğan bir kız ve bir erkekle evlendiklerini, o tarihte başka yolu bulunmadığı için Allah’ın farklı batınlarda doğan kardeşler arasında evlenmeyi câiz kıldığını ifade etmişlerdir (Tabâtabâî, IV, 146). Bize göre böyle bir tasavvur zaruri değildir; çünkü Allah Teâlâ’nın insanı nasıl yarattığını açıklayan âyetlerde topraktan, çamurdan, nefisten ve Allah’ın ruhundan üflemesiyle yaratıldığı kayıtları ve şekilleri vardır.

Son şekil Hz. Îsâ’nın yaratılmasıyla ilgilidir. Meryem, bir erkekle beraber olmadan Allah’ın ruhun dan üflemesi (Enbiyâ 21/91; Tahrîm 66/12) ve bunun açıklaması mahiyetinde olan “ruhun insan şekline bürünüp Meryem’e görünmesi”yle (Meryem 19/17) hamile kalmış ve Allah’ın ona ulaştırdığı bir “kelimesi” (Nisâ 4/171) olarak Hz. Îsâ’yı doğurmuştur.

Kezâ Hz. Zekeriyyâ bir zürriyet vermesi için rabbine dua etmiş, rabbinin de duasını kabul ederek Yahyâ’yı ona vereceğini müjdelemesi üzerine “kendisinin yaşlandığını, eşinin de çocuktan kesildiğini” ifade ederek bunun nasıl olacağını sormuştu. Rabbin ona cevabı şöyle olmuştur: “İşte böyle; Allah dilediğini yapar” (Âl-i İmrân 3/40); “... O, bana kolaydır; daha önce, sen hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım” (Meryem 19/9). Hz. Âdem’in yaratılmasında ana da yoktur baba da; Hz. Îsâ’nın yaratılmasında yalnızca ana vardır; Hz. Yahyâ’nın yaratılmasında ana ve baba vardır, fakat çocuk yapma kabiliyetleri mevcut değildir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve sağlam rivayetlerde “kardeşlerin birbiriyle evlendikleri” bilgisi verilmediğine göre ilk yaratılan erkekle kadından birçok erkek ve kadının türetilmesinin nasıl olduğunun bilinmediğini, yukarıda zikredilen şekillerden birisine göre veya bir başka şekilde yaratma ve çoğaltmanın olabileceğini ifade etmek de mümkündür.

Hz. Âdem’in yaratılmasında ana da yoktur baba da; Hz. Îsâ’nın yaratılmasında yalnızca ana vardır; Hz. Yahyâ’nın yaratılmasında ana ve baba vardır, fakat çocuk yapma kabiliyetleri mevcut değildir. Allah Teâlâ’nın insanı nasıl yarattığını açıklayan âyetlerde topraktan, çamurdan, nefisten ve Allah’ın ruhundan üflemesiyle yaratıldığı kayıtları ve şekilleri vardır. Nasıl ki bu gibi durumlar gerçekleştiyse, Hz.Adem ve Hz.Havva'dan olanların çoğalması da yalnız Allah'ın bilebileceği bir şekilde gerçekleştirmiş olabilir.